Ulusal Manşet - Türkiye'den Haberiniz Olsun

Sofralarımızda İthal Et İstemiyoruz

Politika

Saadet Partisi Karaman Kadın Kolları Başkanı Havva Şahin, Dünya Gıda günü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında gıda güvenliğinin önemine dikkat çekti.

İnsan biyolojisini tehdit eden katkı maddeleri ve üretim şekillerinin büyük bir tehdit oluşturduğunu dile getiren Şahin; şu açıklamayı yaptı: "Ekim ayı içerisinde yer alan Dünya Gıda günü münasebeti ile yaptığımız basın açıklamamızın hemen başında önemle belirtmemiz icap eden husus, dünyada gıdaya bağlı olarak yaşanan her tartışmanın altında kıtlık, kaynak daralması, iklimsel değişiklikler gibi sorunlar değil, bütün açıklığı ile büyük bir adalet sorunun olduğudur. Kapitalist-emperyalist yapının dayattığı "kıt kaynaklarla, sınırsız ihtiyaçların giderilmesi." şeklindeki  İktisat tanımını kökten reddediyoruz ve bu tanımın dünyada emperyalizm tarafından her türlü adaletsizliğin meşrulaştırılmasının temel araçlarından biri olduğunu biliyor,  ne kaynakların kıt, nede insan ihtiyaçların sınırsız olduğu yalanını asla kabul etmiyoruz.

BM Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) de doğum günü olan 16 Ekim 1945 kamuoyunun bilinçlendirilmesi, gıda kayıp ve israflarının azaltılması ve gıda güvenliğinin sağlanması açısından farkındalık sağlamak hedefiyle her yıl dünya gıda günü olarak değerlendirilmekte. Bireylerin farkındalığı elbette önemli fakat yine tekrar ediyoruz, konunun uluslararası şirketler ve devletler bazında adalet temelli olarak ele alınmasını sağlayacak bir otorite ve yaptırım mekanizması ancak, sorunun anlamlı bir şekilde çözüme kavuşmasına etki edebilir.

1980 yılında, Dünya nüfusunun %82'sini oluşturan Güney ülkeleri GSYİH'nın (dolar cinsinden) %28'ini almaktaydı. 2003 yılında Dünya nüfusundaki payı %85'e çıkan Güney ülkelerinin gelirden aldıkları pay %20'ye düşmüştür. Kuzeye aynı kriterler açısından bakıldığında; 1980'deki nüfus payı %18 iken 2003'de %15'e düşmesine rağmen dünya GSYİH içindeki paydan 1980'de %70,  2003'de ise %80 pay almıştır. 2003'de Dünya ticaretinin %74'ünü Kuzey, ancak %26'sını güney ülkeleri yönlendirebilmiştir.

 Bir tek Birleşik Devletler vatandaşının dünyadaki 5 insan kadar tükettiği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Tüm dünyada insanların yaşamak, fiziksel ve mental gelişimlerini sağlamak için yeterli gıdaya ulaşmaları ve bu gıdaların sağlık yönünden güvenli olması, devredilemez ve ertelenemez temel hak olarak görülmesine rağmen açlığın, yetersiz ve dengesiz beslenmelerin neden olduğu ölümler, mental ve fiziksel bozuklukların ulusal ve uluslararası düzeyde trajik boyutlara ulaştığını görüyoruz. 10 milyon çocuk 5 yaşına ulaşmadan hayatını kaybetmekte. Yoksulluğa bağlı olarak insanlar yeterli gıdayı üretememekte veya satın alamamaktadırlar. Tüm dünyada sermayenin kontrolünde üretim yapan gıda sektörü her şeyden önce daha çok kar karşılığı üretimi önceleyerek sektörü yönetmekte.

Bu gerçek gıda güvenliği çerçevesindeki bütün tartışmaların temeli. İnsan biyolojisini tehdit eden katkı maddeleri, üretim şekilleri büyük bir tehdit oluşturmakta, GDO, yüksek kimyasal katkılı ürünler en rahat şekilde, maalesef yine güney ülkeleri pazarlarında kendilerine yer bulabilmektedir.  

Yaşanan mali krizler, savaşlar ve politik nedenler sorunu sistematik bir şekilde derinleştirmektedir. Aslında dünya gıda üretim potansiyelinin tüm insanları besleyebilecek düzeyde olmasına karşın, adil olmayan dağıtım ve tüketim sistemi tekrar ediyoruz, sorunun en önemli parçasıdır.

 Ülkemizde yıllardan beri var olan yetersiz ve dengesiz beslenme sorununu adaletsiz gelir dağılımı temelinde gün geçtikçe derinleşmekte. Ülkemiz nüfusunun yarısının yoksulluk sınırı altında, 1 milyondan fazla yurttaşımızın da açlık sınırı altında yaşadığı göz önüne alınırsa, açlık ve yetersiz beslenmeyi millet olarak ne kadar derinden yaşadığımız ortaya çıkacaktır. Ayrıca bir toplumun gelişmişlik seviyesi fertlerinin tükettiği hayvansal gıdaların miktarı ile doğru orantılıdır. Ülkemizde tüketilen et, balık, süt, yumurta gibi değerli protein kaynakları miktarının gelişmiş ülke verileri ile karşılaştırıldığında çok geride olduğu görülecektir. İstatistiklerde ABD'de yıllık kişi başı et tüketiminin 116.7 kilogram, Arjantin'de 99.5 kilogram, Avustralya'da 93.9 kilogram iken Türkiye'de yalnızca 18.6 kilogram olduğu görülmekte.

Ülkemiz geniş coğrafyası, iklim özellikleri ve üç tarafını çevreleyen denizleri ile hayvansal üretim açısından önemli bir potansiyele sahip olmasına rağmen, yanlış tercihle uygulanan tarım politikaları nedeniyle hayvansal üretim geliştirilememektedir. Bunun sonucu insanlarımız dengeli beslenme için gerekli düzeyde hayvansal proteine ulaşamamaktadır.  Dünyada yaşanan bu kadar büyük açlık tehlikesine rağmen ülke potansiyelinin değerlendirilerek hayvansal üretimin arttırılmaması bunun yerine, hayvansal protein açığının ithalat yolu ile karşılanmasının, ileride çok daha büyük açlık sorunlarını beraberinde getireceğini söylemek için büyük araştırmalara gerek yoktur.

Yaşadığımız dünyada bir milyar insan, gıda bulmak için göç ediyor, BM rakamlarına göre günümüzde 244 milyon kişi uluslararası, 763 milyon kişi ise kendi ülkeleri içerisinde yaşadığı toprakları terk ederek kırsaldan kentlere göç halinde.

Bu durumun ülkemizdeki yansıması olarak, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK)  verilerine göre,  2001 yılında 26,4 milyon hektar olan tarım alanları 2016 yılında 23,7 milyon hektara gerilemesi şeklinde görülüyor. Yılda ortalama 180 bin hektar kayıpla 15 yılda toplam 2,7 milyon hektar (yaklaşık iki İstanbul büyüklüğünde) azalma olduğu ifade edilmekte. Tarım alanlarındaki azalma tarımsal istihdamda da azalmayı tetikliyor ve 2002 yılında tarımsal istihdam 7,46 milyon kişi iken, 2016 yılı nisan ayında %28 azalış ile 5,35 milyon kişiye gerilediğini görüyoruz.

Türkiye'nin 2017 yılında gerçekleştirdiği toplam tarım ürünleri ithalatı yaklaşık 5 milyar doları bulmakta. Tarımsal alanda dünyada kendi kendine yetebilen nadir ülkelerden olan ülkemiz maalesef ette, pirinçte, mercimekte, nohutta, limonda, pancarda ve nihayet buğday ve saman da dahi ithalatçı konuma düşürülmüştür. Görülmektedir ki, Türkiye hükümeti de diğer Güney Ülkeleri gibi Kuzey Ülkeleri'nin pazarı konumlandırmasına razı olan politikaları sürdürmektedir.

Gelir adaletsizliği, tarım ve hayvancılık politikalarını Milli Güvenlik politikaları içinde gören Saadet Partisi olarak bu tabloyu kabul etmemiz, sindirmemiz mümkün değildir. Saadet Partisi, çökmesine çok az bir zaman kalmış bu adaletsiz sistemin dünya mazlumlarına ve ülkemize dayattığı herhangi bir konumlandırmayı, rolü hiçbir zaman kabul etmedi ve etmeyecek. Bu çürük kapitalist sistem tepetaklak gidiyor. Yöneticilerimize sesleniyoruz, çöken emperyalizmin payandası olmak için değil, yeni kurulan Adil Düzen 'in destekçisi, öncüsü olmak için bütün gücünüzü sarf edin, emin olun bütün kapılar önünüze açılacaktır.

Ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik darboğazın, ülkemizi bu dar boğaza sokanların gafletlerinin boyutunun elbette farkındayız. Fakat daha önemlisi inancımızın, az zamanda, çok ve büyük işler yapan bir millet olduğumuzun da farkındayız. Bu ahval ve şerait içinde sorumluluğumuz, bu büyük milletin çimentosu olmaya, 85 milyon vatan evladı, 1,5 milyar İslam alemi ve 7 milyarlık insanlık ailesinin adil bir dünyada huzurla yaşaması için çalışmaya, velhasıl bu milletin başını hiçbir zaman önüne eğdirmeyen, tutunacağı sağlam dal, minnetsizce sığınacağı tek ümit kapısı olmaya devam etmektir.

Kamuoyuna saygılarımızla.

Yorum yapabilmek için lütfen sitemizden üye girişi yapınız!
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.